Bloğuma hoşgeldiniz. :)

29 Ocak 2024 Pazartesi

VARLIĞIN BOŞUNALIĞI

İçindekiler: *Tanım *Jean Paul Sartre *Albert Camus. Varlığın anlamsızlığı, kişinin daha yüksek bir anlam kazanma arzusundan doğar
Varlığın boşunalığı - bu duygu nedir? Neden var olmanın anlamsızlığı duygusu var? Video: Varlığın boşunalığı - bu duygu nedir? Neden var olmanın anlamsızlığı duygusu var?
Video: İlk Kadın Matematikçi Hypatia 2024, Ocak 2024 Yazar: Landon Roberts | roberts@modern-info.com. Son düzenleme: 2023-12-17 00:02 "Varlığın boşluğu" ifadesinin yüksek tarzına rağmen, basit bir şey, yani bir kişinin olan her şeyin anlamsızlığını hissettiği fenomen anlamına gelir. Dünyanın ve kendisinin varlığının amaçsızlığı duygusuna sahiptir. Makalemiz, insan ruhunun bu durumunun analizine ayrılacaktır. Okuyucu için bilgilendirici olacağını umuyoruz. Tanım Her şeyden önce, varlığın yararsızlığının ne anlama geldiğini anlamak gerekir. Bu duruşu herkes biliyor. Örneğin, bir kişi çalışır, çalışır, çalışır. Ayın sonunda maaşını alıyor ve iki ya da üç haftalığına yok oluyor. Ve aniden olup bitenlerin anlamsızlığı duygusuna kapılır. Sevmediği bir işte çalışıyor, sonra para alıyor, ancak tüm zihinsel ve fiziksel maliyetlerini karşılamıyor. Bu durumda kişi, memnuniyetsizliğin hayatında yaptığı boşluğu hisseder. Ve şöyle düşünüyor: "Varlığın boşunalığı!" Burada, tam da bu yerde, hayatının tüm anlamını yitirdiğini kastediyor. Başka bir deyişle, söz konusu ifadeyle, bir kişi genellikle yalnızca kendisi tarafından hissedilen yaşamın anlamının öznel kaybını giderir. Jean Paul Sartre
olmanın anlamsızlığı Jean-Paul Sartre, genel olarak bir kişiye "boş bir tutku" diyen ve bu kavrama gündelik değil, biraz farklı bir anlam veren Fransız varoluşçu bir filozoftur. Bunun biraz açıklığa ihtiyacı var. Friedrich Nietzsche, dünyadaki her şeyin içinde tek bir kuvvet olduğu fikrine sahiptir - Güç İradesi. Kişinin gelişmesini, güç oluşturmasını sağlar. Ayrıca bitkileri ve ağaçları güneşe çeker. Sartre, Nietzsche'nin fikrini "sıkılaştırır" ve İrade'yi insandaki güce (elbette yaşlı Jean-Paul'ün kendi terminolojisine sahiptir) koyar, amaç: birey Tanrı'nın benzerliğini arar, Tanrı olmak ister. Fransız düşünürün antropolojisindeki kişiliğin tüm kaderini yeniden anlatmayacağız, ancak mesele şu ki, özne tarafından izlenen ideale ulaşılması çeşitli nedenlerle imkansızdır. Dolayısıyla insan sadece yükselmek isteyebilir ama asla Tanrı'nın yerine kendini koyamaz. Ve bir kişi asla bir tanrı olamayacağından, tüm tutkuları ve özlemleri boşunadır. Sartre'a göre herkes şöyle haykırabilir: "Ooooooo, var olmanın lanet olası boşunalığı!" Ve bu arada, varoluşçuya göre, yalnızca umutsuzluk gerçek bir duygudur, ancak tam tersine mutluluk bir hayalettir. 20. yüzyılın Fransız felsefesi ile yolculuğumuza devam ediyoruz. Sırada Albert Camus'nün varoluşun anlamsızlığı hakkındaki muhakemesi var. Albert Camus. Varlığın anlamsızlığı, kişinin daha yüksek bir anlam kazanma arzusundan doğar
olmanın anlamsızlığı ne demek Meslektaşı ve arkadaşı Jean-Paul Sartre'ın aksine Camus, dünyanın kendi içinde anlamdan yoksun olduğuna inanmaz. Filozof, bir kişinin yalnızca varlığının en yüksek amacını aradığı için anlam kaybını hissettiğine ve dünyanın ona bunu sağlayamayacağına inanır. Başka bir deyişle, bilinç dünya ile birey arasındaki ilişkiyi böler. Gerçekten de, bir kişinin bilinci olmadığını hayal edin. Hayvanlar gibi, tamamen doğa yasalarına tabidir. Tam teşekküllü bir doğallık çocuğudur. Geleneksel olarak "varlığın boşunalığı" olarak adlandırılabilecek bir duyum onu ziyaret edecek mi? Tabii ki hayır, çünkü o tamamen mutlu olacak. Ölüm korkusunu bilmeyecek. Ancak sadece böyle bir "mutluluk" için yüksek bir bedel ödemeniz gerekecek: başarı yok, yaratıcılık yok, kitap ve film yok - hiçbir şey. Bir insan sadece fiziksel ihtiyaçlarla yaşar. Ve şimdi bilenler için bir soru: Böyle bir "mutluluk" bizim kederimize, tatminsizliğimize, varlığımızın yararsızlığına değer mi?

23 Nisan 2016 Cumartesi

23 NİSAN ANISINA

23 Nisan 1920 tarihinde TBMM, Ankara'da toplanarak millietin iradesine dayalı ulus egemenliğini ilan etmişti. O heyecanlı günü yaşamış olan bir büyüğümüz şunları kaydediyor: “O gün, şimdiki Ulus Meydanında bir tabur piyade sıralanmıştı. Askerlerin arkasında da Ankaralılar toplanmıştı. Saat 14’te birkaç yüz kişilik bir kafile, başlarında Mustafa Kemal olduğu halde Taşhan'a iniyordu. Bu küçük bir gurup insan, yok edilmek istenen bir milleti kurtarmak için bir araya gelmişlerdi. Hepsinin ümidi ise Mustafa Kemal'de idi. TBMM olarak kullanılacak taş binanın pencerelerine ufak tefek bayraklar önceden asılmıştı. Bunun dışında binada başkaca bir olağanüstü durum göze çarpmıyordu. Sağdaki küçük kapıdan, önce Mustafa Kemal, sonra da mebuslar binanın kapsından içeriye girdiler. Bir koridoru geçtikten sonra sağdaki salona doğru ilerlediler. Salonda tahta bir kürsü tam kapının karşısına konmuştu. 

Oturmak için de çevre okullardan getirilen sıralar meclis salonu içine dizilmişti. Salonu ısıtmak için tam orta yere bir soba kurulmuştu. Sobadan eğri büğrü bir kaç boru yükseliyordu. Tavanda da ise eski bir gaz lambası sallanıyordu. Herkes yerine oturunca, Sinop mebusu olan yaşlı bir adam başkanlık kürsüsüne geldi ve Meclisi açtı. Onun bu sırada yaptığı konuşma heyecanla dinlenmişti. TBMM’nin ertesi günkü toplantısında, Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesinden itibaren geçen tüm olayları açıkladı. Bundan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hak ve yetkilerini belirten bir yasa teklifini Meclise sundu. Bunun kabul edilmesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kazanmış oldu. O günkü toplantıda Mustafa Kemal Birinci Başkan seçilerek TBMM Başkanı oldu.

Kaynak: DOĞANKARDEŞ Dergisi'nden alınmıştır.

15 Nisan 2016 Cuma

~~UZAKLARDA BİR TÜRK ŞEHİTLİĞİ~~

Man adası, İrlanda Denizi'nde yer alan, İngiltere'ye ait küçük bir ada. Dört yanı kiliselerle çevrili olan adanın en gözde yeri, İngilizlerin, Yazları tatillerini geçirdikleri Knockaloe... 1914'ten sonra bu yöre, farklı bir işleve hizmet etmeye başladı. I.Dünya Savaşı, felaketini bütün dünyaya yaymaya başladığında, Man Adası da bundan nasibini aldı. Knockaloe, İngilizlere esir düşen binlerce asker için devasa bir esir kampına dönüştürüldü.
Savaşın daha ilk yılları sona ermeden, 200 kişiden oluşan ilk esir kafilesi kampa getirildi. Esirlerin 115'ini Türkler, geri kalanlarını ise Alman ve Avusturya askerleri oluşturuyordu. İlerleyen yıllarında, kamptaki esir sayısı 28 bine ulaşacaktı. Man Adası'na getirilen 115 Türk esirin hangi cephede İngilizlere esir düştüğü ve adaya nereden getirildikleri hala aydınlatılamadı. Türk esirlerin 14'ü, adanın doğu kıyısındaki Douglas'a,101'i ise batı kıyısındaki Knockaloe esir kamplarına yerleştirildiler.



Psikolojik yıkım bir yana, kampın fiziki koşulları, yaşamı katlanılmaz hale getiriyordu. 1915'te kampı gezen Amerikan elçiliği, esir kulübelerinin su geçirmez olmadığını, içeriye giren yağmur sularından dolayı esirlerin giysi ve diğer eşyalarının küflendiğini gördüler. Esirlerin nefes almak için kullandıkları kamp alanının da yağmur sularıyla bataklığa dönüştüğüne tanık oldular.



11 kasım 1915'te, kampta 24 bin 250 kişi vardı. Küçük bir bölümü İngiltere'de oturma izni alabilmişti. Diğerlerini doğdukları topraklara göndermekse, neredeyse bir yıl sürdü. II.Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya, Man Adası da dahil olmak üzere Britanya ve adalarında dağınık halde bulunan Alman savaş mezarlarını tek bir anıt mezarda toplamak için çalışmalara başladı. Ağustos 1962'de bu mezarlar, İngiltere'deki Cannock Chose'deki Alman anıt mezarlığına taşındı. Geride, yani St.Patrick Kilisesi'nin bahçesinde, Yedi Türk askerinin ve Yahudi inancına göre orada kalmaları ailelerince istenen Yahudi asıllı iki Alman askerinin mezarları kaldı.

Birisi, boş bırakılan iki sıra mezardan oluşan, kare şeklinde bir mezardı. Büyük beyaz bir mezar taşı...
Üzerinde Ay-Yıldızla çevrili bu mezar taşında, 7 Türk askerinin adları ve ölüm tarihleri yazılıydı:






Ramazan Mehmet-17 kasım 1916
Hüseyin Halit İbrahim-16 şubat 1917
Hüseyin Ali-20 nisan 1917
Hasan Derviş-18 mayıs 1917
Mehmet Ali-17 eylül 1917
Kalan Yeğen-9 nisan 1918
Ahmet Hasan-15 temmuz 1918


1972 yılında, Türkiye'nin Londra Büyükelçiliği ve İngiliz Savaş Mezarları Komisyonu arasında, St.Patrick Kilisesi'nin bahçesindeki Türk mezarlarının başında dikili olan mezar taşı kaldırıldı; her mezar için ayrı mezar taşları dikildi. Mezarlık,zincirlerle kordon altına alındı. Türk Milli Savunma Bakanlığı'nca 264 Sterlin ödenek sağlanarak, mezarlık, şehitlik statüsüne alındı.



Geriye kalan 108 askere ise ne olduğu bilinmiyor. Man Adası'ndaki Knockaloe Esir Kampı'nda yaşamlarını yitiren Türk askerlerinin mezarları, Mayıs 2003'te açılan Türk Şehitliği'nde koruma altına alındı.


Ali ÖZUYAR


Ayrıca bakınız:http://www.kitapyurdu.com/kitap/knockaloe-ve-mechul-turkler-amp-modern-tarihin-ilk-turk-esir-kampi/113646.html

11 Nisan 2016 Pazartesi

KIZILDERİLİLER ARASINDA BİR RAHİP

                                                                             

 "1947 Haziran. Yedi aydır Hukuk
Fakültesi'nde Fransızca okutuyorum. Talebe
perişan. Dilini unutan bir nesil, yabancı dili
nasıl sevsin? İçimde, misyonerlerin her aksiliğe
meydan okuyan imanı, yarının insanlarına
Batı düşüncesini, daha doğrusu
düşünceyi tanıtmak ve tattırmak için çırpmıyorum.
Kızılderililer arasında bir rahip.
Yabancı dil, hocalar için de, talebeler için de
arabanın beşinci tekerleği. Aylardır boşuna
direniyorum. ( Jurnal, 27.10.1978)
"Avrupa'yı ortaçağın kâbuslu gecesinden
kurtaran mucizenin adı: yabancı dildir. Aydınlarımız,
bu 'medeniyet anahtarı'ndan
mahrum kaldıkça inkılâplarımız... bir ucube
olarak kalmağa mahkûmdur. Tercüme eserler,
edebiyatı kucaklayan fikir
kaynaklarından -çok defa- kirli ve delik deşik
kovalarla aktarılmış damlacıklardır... Ya
Batılı olacağız ya-da Bir Fhut Batı
kültürünün âzâd kabul etmez sömürgesi."
(Yirminci Asır, "Bir Kitabın Düşündürdükleri",
7.2.1953)
80/538

Cemil Meriç-Bu Ülke

2 Nisan 2016 Cumartesi

İLK İMZA

İLK İMZA
Bir kişinin herhangi bir belgeyi, ona ait olduğunu belirtmek için yapılan kişisel bir onaydır. Türkiye'de ilk imza, Muğla'nın yatağan ilçesine bağlı Turgut Beldesi'ndeki ''Lagina Antik Kenti''nde kullanılmıştır. Aynı zamanda tarihte ''ilk imza'' ve ''İlk mülkiyet işareti'' olan, pişmiş topraktan yapılma 5 bin yıllık bu damga, 2009 yılı Ağustos ayında Lagina Antik Kenti'nde yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkmıştır.

30 Mart 2016 Çarşamba

DEVLET OLGUSU





''Devlet kavramından tabuları temizlemenin tek yolu, onu birey özgürlüklerinin korumacılığı ile görevlendirmektir. Bu özgürlük, kuşkusuz, başkalarının özgürlüğü ile sınırlıdır ve böylece devlet bir toplum anlaşması kimliği ile gerçek yerine oturur. Burada artık onun değişmezliği ve bireye üstünlüğü söz konusu değildir. Devlet de bütün kurumlar ve kavramlar gibi değişimin diyalektik süreci içinde oluşumunu sürdürür. Batık devletlerle dopdolu olan tarih bize diyor ki: ' Devletler değişmedikleri için batmışlardır..' Bu batışta elbet, insan gelişiminin engellenmesi büyük rol oynar. Çünkü devlet, egemen sınıfın sömürüsü için bir örgen durumuna gelmiştir. Toplum yasası gereği, birgün gelir, bireyle devlet çatışık durumda kalırlar ve insanlara buyuran devletin yerini, yaratıcı insanın buyruğu yönünde doğaya egemen olmak isteyen bir yönetim alır.''

                                                                      -Melih Cevdet Anday-
                                                        
                                                                      -Geleceği Yaşamak-